Hovsep Hayreni
“Yukarı Fırat Ermenileri 1915 ve Dersim” kitabından
Burada kısaca değinilen bölgenin eski tarihi Ermenice kaynaklarda oldukça ayrıntılı konu edilmiştir. Soykırımın yerel uygulamalarına tanıklık eden kitapların birçoğu daha eski tarihlerden de yapraklar içeriyor. Çoğunda özetle bahsedilmiş olan uzak tarihî süreçler bazılarında yüzlerce sayfayı bulan incelemeler halinde yer alıyor. Bunları Dersim ve çevresinin genel tarihine dair bir kitap içinde karşılaştırmalı olarak toparlamayı amaçlıyorum. Şimdilik çok sınırlı bir özetle yetineceğim; 20. yüzyılın başında Ermeni halkına mezar edilen kimi yerlerin bir zamanlar ona beşiklik etmiş ve son döneme kadar da başka halklarla beraber onun kültürel mirasıyla yoğrulmuş olduğunu göstermeye yetecek kadar.
Ermeni halkının beşiği Yukarı Fırat ve ilk Ermeni krallıkları
Dersim’i kapsayan Yukarı Fırat havzasında Ermeniler, kesin verilerle, en az 2600 yıllık bir geçmişe sahiptir. Ondan önceki tarih, Ermeni dili ve kimliğinin şekillenmesine dair farklı tezler nedeniyle hâlâ tartışmalıdır. Gittikçe ağırlık kazanan görüşe göre, Ermeni etnisitesinin oluşum seyri içinde çekirdek rolünü oynayan yerli Hay damarıdır. Hayların kadim yurdu Hayasa tam da Yukarı Fırat havzasında bulunduğundan dolayı, bu çevrede günümüzden 3.500 yıl ve daha öncelerine uzanan bir köklülükten söz etmek de rahatlıkla mümkündür.
Tarihteki bağımsız ve yarı bağımlı Ermenistan oluşumları içinde bölgenin konumu parçalı ve istikrarsız olmuştur. Birbirini izleyen işgaller, savaşlar, sürgünler, göçler sürekli nüfus değişimine yol açmış, bunların üstüne kimlik dönüşümleri de eklenince soyların devamı çok kesintili ve karmaşık bir seyir izlemiştir. Bu nedenle aile-sülale bazında sürekli bir yerlilik, her örnekte çok eskilere uzanan bir köklülük ve de soy saflığı aramak yanlış olur, ama genel anlamda söylersek, tarih boyu bilinen kimliğiyle yakın zamanlara ulaşan bölgenin en eski halkının Ermeniler olduğu açıktır.
Dersim ismi son birkaç yüzyıl zarfında kullanılır olmuştur. Tarihin farklı dönemlerinde Dersim’in değişik bölümlerini içeren başka isimlere rastlanır. Ermeni tarihçilerin antik dönemde en yaygın kullandığı Dzopk ismi (Yunanca ve Latincede Sophane), Güney Dersim ile Elazığ, Bingöl çevresini kapsayan bir bölgeyi ifade eder. Bizans döneminde Dzopk’a tekabül eden idari bölge Çorort Hayk (Dördüncü Ermenistan) eyaleti olmuştur. Daha yukarısı ise Partsır Hayk (Yüksek Ermenistan) bölgesine dahildir ki, bu da Kuzey Dersim ile birlikte Erzincan, Erzurum çevrelerini kapsar. Farklı dönemlerde değişen sınırlarıyla Partsır Hayk’ı da yedekleyen başka isimler olmuştur.
Erken tarihin çiviyazısı kaynakları, bir yandan Hititlerin, bir yandan da Asurların tanıklığıyla M.Ö. 15. ve 12. yüzyıllar arasında bugünkü Dersim’in kuzey ve güney hatlarında çeşitli kavimlerin siyasi oluşumlarına ışık tutuyor. Bunlardan biri Hitit yazıtlarının bazen Hayasa, bazen Azzi, bazen de ikisini birlikte andığı ülke olup genelde Hayasa-Azzi kavimler birliği olarak yorumlanıyor. Bunun Hititlerle birçok defa savaşa tutuşmuş güçlü bir krallık olduğu anlaşılıyor. Başkenti Kummaxa (bugünkü Kemah) sayılan ve sınırları değişkenlik arz eden bu uygarlık, genişlediği dönemlerde Dersim’i de kapsamıştır. Anılan önemli kent isimleri arasında, bu çevreden Til-Hayasa (Erzincan’a bağlı Til>Oğlaktepe), Tarxikama (Kemah’a bağlı Tortan>Doğanköy), Pitarika (Cimin’e bağlı Pıtaric>Bayırbağ), Zimaria (İliç’e bağlı Zımara>Altıntaş), Armadana (İliç’e bağlı Armıdan>Armutlu) ve daha başkaları da yer alıyor. N. Adonts, Azzilerin yerleşim alanlarını daha güneyde ve Dersim’e dayalı gösteriyor. E. Forrer, P. Kretschmer, J. Friedrich, B. Hrozny, N. Adonts, K. Ğapantsyan, N. Mardirosyan gibi birçok tarihçi ve dilbilimci Hitit kayıtlarındaki Hayasa isminin, Ermenicede Ermeni demek olan Hay ile Hitit dilinde çoğul ya da yurt belirten “-sa” ekinden meydana geldiğini düşünüyor. Nasıl ki Hitit başşehri Hattusa “Hatti yurdu” anlamına geliyorsa, Hayasa da “Hay yurdu” olarak gayet akla uygundur. Daha sonra bunun karşılığı eski Ermenicede Hayk ve modern dilde de Hayastan olmuştur.
Yine Hitit kayıtlarında İsuwa (İşuva) olarak geçen ülke ya da otonom bölge, batıdan Fırat sınırı ile Hitit’e, kuzeyden Hayasa-Azzi’ye, doğudan Hurri-Mitani’ye komşu olup bugünkü Elazığ çevreleri ile güneybatı Dersim’i kapsamış, üç devlet arasındaki savaşlarda sürekli el değiştiren bir yer olmuştur. Bu çevre sonradan Dzuba ya da yukarda belirtildiği gibi Dzopk olarak tanınacaktır. Hitit kayıtlarının sözünü ettiği bir de Suxme vardır ki, bu da İsuwa ile çok yakın lokalize edilerek güneydoğu Dersim ve Palu civarında gösterilmektedir. İç Dersim’de aynı dönem bahsi geçen Xuzana ise, sonraları Xozan ve giderek Xozat’a dönüşmüş olmalıdır. Hititlerin kuzeydoğusunda, Kelkit Çayı civarındaki Pala ülkesi de coğrafi olduğu kadar kültürel yakınlığı olan, kendi dili ve ozanlarıyla Hayasa’dan İsuwa’ya etkiler yapan ve Palahovit’e (Palu) adını veren bir topluluk olarak anılmaktadır.
M.Ö. 12. yüzyılda Hitit devletinin yıkılmasıyla Dersim dolaylarındaki bu eski siyasi oluşumlara dair bilgi kaynağı kurur. Sonrasına tanıklık eden Asur-Babil kaynakları ise, bu isimlerin geçtiği geniş bölgeyi bir dizi küçük kral veya komutanın dağınık idaresi altındaki Nairi ülkesi olarak anmıştır. M.Ö. 12. ve 7. yüzyıllar arasında Küçük Asya’nın batısından doğusuna aşamalı şekilde önemli bir göç yaşanır. Frig soylarından sayılan Muşkiler ve Arimler birbiri ardına Kapadokya’yı istila eder ve burada birkaç yüzyıl geçirip eski Hitit halkıyla karışarak bir kısmı Akilisene (Erzincan) ve Yukarı Fırat, bir kısmı Harput Ovası yoluyla Murat Suyu ve Yukarı Dicle kaynaklarına yerleşirler. Kavimler arası buluşma ve kaynaşma buralarda da devam eder.
Asurların Nairi üzerine saldırılarını konu eden kitabelerde, önceleri Şupria daha sonra Arme (Urume) diye anılan bugünkü Sasun çevresi en önemli direnç odağı olarak dikkat çeker. Nihayet M.Ö. 9. yüzyıl başlarında Asur saldırılarını püskürten Aram’ın öncülüğünde Urartu devletinin temelleri atılır. Kimi yorumlara göre, batıdan gelen Armenler daha Urartu kurulmadan buralara ulaşmış ve onların Hurri kökenli yerlilerle ittifakından Arme-Şupria birliği oluşmuştur. Kimine göre ise, Armenlerin bu tarafa ulaşması Urartu’nun sonlarına yakın veya yıkılış aşamasındadır. Urartu yazıtlarının dili Hurriceye yakın olsa da içinde Ermeniceyle uyuşan pek çok sözcük ve tamlama eklerine rastlanır. Resmî dilin farklı olması Urartu kavimleri ve hatta yöneticileri arasında Ermenicenin konuşuluyor olma ihtimalini dışlamaz. Saray ve resmî kayıt dilinin halk dillerinden farklı olduğu yığınla tarihî örnek vardır. Yaklaşık üç yüzyıl genişleyerek hüküm sürmüş Urartu’nun halkı, yukarda anılan ve son dönem Nairi ülkesini oluşturan kavimlerin yanı sıra Hurri-Mitani mirasını da içermiştir. Sonuçta Urartu devletinin belirleyici etnik unsurunu Ermeni saymak subjektif olacağı gibi, bu süreçte proermenilerin etkin bir rolü bulunmadığını düşünmek de yanlış olur. Urartu kayıtlarında genellikle -uni, -ini ekleriyle anılan yönetici soylara ait isimler, daha sonra Ermenicede ufak ses değişimleri ve çoğul yapan -k ilavesiyle yaşamaya devam etmiştir: Abiliani>Abeğunik, Altsini>Ağtsınik, Kiexuni>Keğunik, Rişuaini>Rıştunik, Abauni>Abahunik, Palaini>Palunik, Arzuini>Ardzrunik gibi… Dersim dolaylarında da Urartu döneminden kalma Bağin, Kızılkale, Mazgirt ve Palu kalelerinde dönemin olayları ve gelişmelerine tanıklık eden çiviyazısı kaya kitabeleri bulunmuştur.
M.Ö. 7. yüzyıl sonlarında Urartu yerine hâkim politik güç kuzeybatı İran’dan gelen Medler olur. Ermeni tarihçilerinin Marlar diye söz ettiği bu halk, Kürt tarihçileri tarafından Kürtlerin ataları olarak yorumlanır. Ancak Medlerin kısa hükümranlıkları süresince ele geçirdikleri Urartu bölgelerine ne kadar nüfuz ettikleri ve kalıcı etkilerinin neler olduğu belirsizdir. Milattan önceki yüzyıllarda Kürt ismine kaynaklık ettiği düşünülen Karduk ise Van Gölü’nden hayli aşağıda Dicle ile Zap Suyu arasında yer alan bir bölgedir. Urartu dağılırken Van Gölü ve Yukarı Dicle çevresinde ilk Ermeni yönetimleri oluşmaya başlamıştır. Bunları birleştiren Yervantuniler Medlerle ittifak halinde etkinlik alanlarını genişletir, Yukarı Fırat ve Ararat bölgesine kadar hâkim güç haline gelirler. Van dışında ikinci önemli merkezleri Hayasa zamanından kalma Ani-Kemah kale kenti olur. Böylece Dersim’i kapsayan geniş dağlık coğrafyada yeni bileşimlerle Ermeni halkının oluşum seyri hızlanır.
Ardından gelen Akameni Pers hâkimiyeti burayı Armina isimli bir satraplık (otonom krallık) olarak kendi büyük imparatorluğuna bağlar. M.Ö. 521 yılında yazılmış Behistun kitabelerinde Pers kuvvetlerine direniş gösteren Armina’yı ilhak etmek üzere yürütülen savaş anlatılırken hayli somut bilgiler verilmiştir. Aynı yüzyıldan itibaren Yunan yazılı kaynakları da eski Urartu’nun kapsadığı alanı artık Armenia olarak anmaya başlamış, coğrafyacılar da bu dağlık bölgeyi Ermeni Platosu diye adlandırmıştır. Bu, tarihsel Ermenistan’ın vücut bulmaya ve kabul görmeye başladığı dönemdir. Başka ülke isimleri gibi bu da şüphesiz etnisite anlamında bir homojenlik ifade etmez, yalnız farklı kimlikler arasında Ermeniliğin öne çıktığını, etkin bir duruma geldiğini ima eder. Bunun da bir evrim süreci olması gerektiğine göre, Ermeni dili ve halkının oluşumu bundan önceki yüzyılları kapsamış olmalıdır.
Bir kısım dilbilimci ve tarihçiler Ermenicenin asıl taşıyıcısı olarak batıdan göçle gelen Arimleri (Armen) işaret etse de, bir kısmı bunu temelsiz bulmakta ve Ermenicenin buradaki yerleşik kavimlerce konuşulan Küçük Asyatik köklere sahip olduğunu, Armenlerin ancak bunu kendi Hint-Avrupa kökenli dilleriyle etkilemiş olabileceğini savunmaktadır. Ermenilerin kendilerine Hay, dillerine Hayeren, ülkelerine ise önceleri Hayk ve giderek Hayastan dediklerini dikkate alırsak, bu oluşumun ana kaynağını tarihteki Hayasa ve onun öncüllerinden almış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Her halükârda o zamana kadarki evrimine yukarda bahsettiğimiz eski kavimlerin ve dillerinin de katkıları olduğu inkâr edilemez. Daha sonrasına en çok da politik hâkimiyet alanında bulunulan İrani gruplar, onlar içinden özellikle Partlar, diğer taraftan Helenler, ayrıca Pontus, Gürcü, Tsani, Asuri, Kürt, Yahudi komşu halklar ve daha geç tarihlerde Arap, Türk hegemonya güçleri etki yapacaktır.
İster yerleşik Haylar, ister göçle gelen Armenler dilin ana kaynağını oluştursun, sonuçta bunların sabit ve hareketli bulunduğu alanlara bakıldığında, kuzeyden ve güneyden Dersim’i çevrelediği görülmektedir. Bu nedenle Dersim’i içine alan Yukarı Fırat havzasını Ermeni kimliğinin en erken oluşum sahalarından biri, hatta asıl beşiği olarak düşünmek mümkündür.
Milattan önce Hay Hetanosagan (Ermeni Pagan) inancına ait kültlerin yoğunluk arz ettiği bölgelerden birinin Kemah-Erzincan-Tercan hattı olması böyle bir ön birikimle açıklanabilir. Bu bölge Anahid, Aramazt, Mihr, Nane, Barsamin adına yapılan tapınaklarıyla ünlüydü. Özellikle Yeriza kentinde bulunan ana tanrıça Anahid’in baş tapınağı kalabalık din adamlarının hizmet ettiği, kurbanlık boğaların beslendiği, her yıl 15 Ağustos’ta büyük şenliklerle ona atfedilen bayramın kutlandığı bir yerdi. Başka alanlarda Ermeni panteonunu tamamlayan Vahakn, Astğik, Tir gibi değişik kültler vardı. Bir kısmı İrani, bir kısmı Asuri vd. kaynaklı olan ve değişik doğa güçleri ile insani faziletleri temsil eden bu tanrıların Ermeni inanç dünyasına özellikle Pers hâkimiyeti döneminde girdiği sanılmaktadır. Bunun üstüne daha sonra Helenizm etkisi gelmiş ve tapınakların bir kısmı batıdan getirilen heykellerle donatılmıştır. Ama bölgenin çok daha eski kültlere ev sahipliği yaptığı söylenebilir. Tsimina yakınlarındaki Altıntepe’de ortaya çıkarılan ve Urartu döneminden kaldığı tahmin edilen tapınak-saray kalıntıları bu bakımdan ilginçtir. Devasa küpler üzerinde Hititçe yazılara rastlanması buranın Hitit etkisindeki Hayasa-Azzi uygarlığından miras kalmış olabileceğini de düşündürmektedir. Urartu krallarının baş tanrıları Haldi’ye adadıkları Van’daki büyük bir kaya kitabenin daha sonra güneş tanrısı Mihr ile bağıntılı olarak Ermeni kültüründe Mıher Kapısı diye anılması bu tür dönüşümlerin çarpıcı bir örneğidir.
Medler ve Persler döneminde Ermenistan’ı yönetenler, Yervantuni hanedanlık evinden gelen kendi otonom krallarıdır. Akemenid Pers İmparatorluğu’nun 13. Satraplığı olarak bilinen ve Dersim’i de içeren Ermenistan, sonraki yüzyıllarda daha da genişleyerek değişik bölümlere ayrılır. Makedonyalı İskender’in ordularıyla Hindistan’a kadar Yakındoğu’yu istilaya giriştiği ve Pers hâkimiyetinin sona erdiği M.Ö. 331’de otorite boşluğundan yararlanan Ermeni yöneticileri bağımsızlık ilan eder. Böylece birbirine komşu iki Ermeni krallığı oluşur. Medz Hayk (Armenia Majör, Büyük Ermenistan) ve Pokır Hayk (Armenia Minör, Küçük Ermenistan). Birincisi Munzur Dağları’ndan Ararat ovasına, Van ve Sevan gölü çevrelerine kadar Fırat’ın doğusunu kapsayan geniş bir alanda yayılırken, ikincisi Fırat’ın batı ve kuzey sınırlarındadır. Başlangıçta Medz Hayk’ın bir bileşeni olan Dzopk, ilerde ondan ayrılıp Arşam isimli yöneticisiyle kendi başına bir krallık meydana getirir. Makedonların Selefkos Krallığı peyderpey bunları kendi boyunduruğu altına alır. M.Ö. 190 yılında batıdan Roma’nın Selefkos hâkimiyetini kırmasıyla oluşan elverişli koşullarda Ardaşes öncülüğünde Medz Hayk, Zareh öncülüğünde Dzopk yeniden bağımsız krallık olur. Dersim’in güneyi dahil bugünkü Elazığ, Bingöl ve Diyarbakır’ın önemli bir bölümü Dzopk içinde yer alır. Yüzyıllık bağımsızlıktan sonra bu bölge Kral II. Dikran tarafından tekrar Medz Hayk’a dahil edilir. M.Ö. 92-66 arası bütün Ermeni prensliklerini zor yoluyla birleştiren ve güneydoğudaki Part Krallığı’nın bazı toprakları dahil çevre bölgeleri de zapt eden II. Dikran, Ermenistan’ı tarihindeki en geniş sınırlarına ulaştırır. Ülke Doğu Akdeniz’den Hazar Denizi’ne kadar bir imparatorluk hüviyetine bürünür. Ancak bu uzun sürmez, Roma ve Part saldırıları karşısında ilhak bölgeleri bir bir yitirilerek Medz Hayk’ın doğal sınırlarına dönülür. Milatın başına kadar Roma hâkimiyeti ağırlaşır. Milattan sonraki yarım yüzyıl boyunca da Ermenistan Roma’nın atadığı yabancı krallarla yönetilir.
Part ile Roma arasında Arşaguniler ve bölgeyi saran
kültürel atmosfer
Ondan sonraki dönemde Ermenistan, Roma ile Part devletleri arasındaki üstünlük mücadelelerine sahne olmuştur. Ermeni hanedanlarının büyük bölümü kendi özgünlüğünü daha az tehdit eden Partlardan yana eğilim gösterir. Part kralı Vağarşag kendi kardeşi I. Dırtad’ı Ermenistan tahtına oturtmak suretiyle Roma’ya karşı ittifak kurar. Çatışmaya güç yetiremeyen Roma Kralı Neron, I. Dırtad’a Ermenistan tacını kendi eliyle giydirmek şartıyla barış imzalar. Böylece Ermeni tarihinde Arşaguniler dönemi başlar. Birbirini izleyen Arşaguni kralları Part kökenli olmakla beraber karışık evlilikler ve buradaki etkin kültüre uyum sağlama yoluyla giderek Ermenileşir. Partların Ermenistan’a sadece hanedanlık aileleri üzerinden nüfuz ettiğini düşünmek yanlış olur. Soylu sınıfların aksine alt tabakalar kendi özgünlüğünü daha fazla korumuş olabilir. İki halk arasındaki sıkı ilişkiler nedeniyle Ermeni dili ve kültürü de Partlardan oldukça etkilenmiş, onların konuştuğu Pehleviceden çok sayıda sözcük ve isim ödünç alınmıştır. Bu sözcük ve isimlerin önemli bir kısmını Ermenileşen Partların kendi dillerinden doğallıkla getirip Ermeniceye kattıklarını düşünmek de akla uygundur.
Milattan sonraki ilk yüzyıllar zarfında Part-Roma arası hassas dengeler üzerinde Ermenistan kâh birinin kâh ötekinin hükmü altında değişen sınırlarıyla yarı bağımsız bir varlık sürdürür. Dzopk bölgesi bu dönemin başlarında tekrar Ermenistan’a dahil olmakla beraber, kendine mahsus özerk konumunu yitirmemiştir. Büyük Dikran’ın Ermenistan’a kattığı dönemde Dzopk, başka bazı kenar bölgeler gibi, “pteşxutyun” denilen ve sınır muhafızlığıyla yükümlü olan bir tür beylerbeyliği şeklinde örgütlenmiştir. Arşaguniler de Roma sınırında bulunan Dzopk’un karışık nüfusuyla hassas konumunu gözeterek ona özel bir statü belirlemişlerdir. Dzopk tarihini inceleyen Arşag Alboyacıyan, onun Ermenistan eyaletleri içinde nispeten ayrıksı bir yeri olduğunu belirtmiş ve bunun da Ermeni, Asuri, Part, Kapadokyalı nüfus bileşimiyle gayet heterojen bir bölge olmasından ileri geldiğine dikkat çekmiştir. Aslında demografik çeşitlilik başka bölgeler için de geçerlidir, ama burada Ermeni unsurunun diğerlerini kendi içinde eritme gücü daha zayıf kalmış olabilir. Bir kenar bölge olması da Dzopk’un merkezkaç eğilimini arttırmış olmalıdır. Bununla birlikte Ermeni tarihçileri onu hep Ermenistan’ın doğal bir parçası olarak değerlendirir.
2. ve 3. yüzyıllarda havariler öncülüğünde Hıristiyanlığın yavaş yavaş yayıldığı Ermenistan, 301 yılında onun resmî din ilan edildiği ilk ülke olur. Kral III. Dırtad’ın önceleri şiddetle karşı olduğu Hıristiyanlığı benimsemesi ve Aziz Grigor’a tam yetki vermesiyle yeni dinin toplum üzerindeki hegemonya savaşı başlar. Paganizmin bütün kült merkezlerini taş taş üstünde bırakmayacak şekilde yıkmaya girişen naxararlık güçlerine karşı eski inancın savunucuları kırmabedler öncülüğünde direniş gösterir. Muş-Daron bölgesindeki Aştişat’dan başlatılan yıkımlar hemen sonra Yegeğyats Kavar (mabetler yöresi) denilen Erzincan ve çevresine yönelir. Eskiye bağlılığın sürdürücüsü olarak görülen tapınaklar, putlar ve başka simgeler tam anlamıyla yok edilerek üzerlerine ilk kilise ve manastırlar inşa edilmeye başlanır. Bu çevrede en büyük direniş Anahid’in tapınağını korumaya çalışanlar tarafından gösterilmiş, sonuçta yenik düşen Pagan rahipleri dağlık bölgelere çekilerek halk arasında bağlı kalanlarla beraber eski inançlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Böylece eski ile yeni arasında yüzyıllara uzanan bir mücadele sürdüğü gibi, benimsenebilir olması bakımından eskiye ait birçok gelenek yeni dinin ögeleri içine adapte edilmiştir; Ermeni Kilisesinin kutladığı Dırındez, Paregentan, Vartavar bayramları bunlardan birkaçıdır. Çok güçlü olan ana tanrıçaya bağlılık ritüellerini Hıristiyanlık bünyesine dahil etmek için de, Anahid yerine Meryem Ana adı geçirilmiş, törenlerin yapıldığı 15 Ağustos tarihi olduğu gibi korunmuş ve yeni Astvadzadzin eski Navasart’ın anısını yaşatan bir bayram olmuştur.
Söz konusu mücadelenin o kült merkezlerine çok yakın ve korunaklı bir bölge olan Dersim içlerinde sürmüş olmaması düşünülemez. Yakın zamanlara kadar Anahid’e olan bağlılık hem Mirakyan aşiretinde, hem de Kızılbaş inancına mensup Dersimliler arasında yaşamıştır. K. Halaçyan, Dersimlilerin ona Zazaca Ana-yi Pil dediklerini, Munzur’un gözelerinden fışkıran beyaz köpüklü suyu onun sütü olarak kutsal bildiklerini, aşiretler arası barış sağlama, kavli karar kılma gibi durumlarda onun suyunu içip adına yemin ettiklerini anlatır. Yine Halaçyan’ın tanıklığına göre, eski inançla yeni arasındaki mücadeleyi konu eden söylencelerde Tujik, Munzur, Bağır dağları pagan tanrılarının, Mal, Zel ve Surpluys da Hıristiyanlığın savunucuları olarak birbirleriyle çatışmaktadır. Dersim’de her yüce dağın efsaneler eşliğinde inanılan bir kudreti, halk gözünde azizliği vardır. Dersimli araştırmacı Gürdal Aksoy, karşılaştırmalı verilerden hareketle eski Ermeni mitolojisindeki Vahakn’ın Dersim kızılbaş inancında bir veliye dönüşerek Tujik ismini aldığını, aynı şekilde Mher’in Bava Duzgi’ye dönüştüğünü, Duzgi’nin kız kardeşi Haskar’ın da kaynağını Anahid’den alan bir figür olduğunu belirtir. Onun Dersim kültür tarihi üzerine incelemeleri daha başka birçok etkileşim örneklerini göstermektedir.
Dağlara ve sulara olan inanç bu bölgede paganist kültlere tapınmaktan daha eski bir gelenektir. Erzincan-Kemah hattındaki tapınaklar halkın çok eskiden beri kutsal saydığı Sebuh Dağı’na bakan yerlerde ve Fırat’ın yakınlarında yer almıştır. Hıristiyanlığın ilk mabetleri yine Yeriza, Tortan ve Aştişat gibi yakın yerlerde inşa edilirken, Dersim içlerinde de çok gecikmeden yapılan vank ve kiliselerin olduğu muhakkaktır. Mirakyanların asıl yurdu olarak bilinen Derovan ve Hakis yörelerinde çok eski kalıntılara sahip Haryur Yegeğetsi (Yüz Kilise), onlara yakın Garmir Vank (Kızılkilise) ve Munzur vadisindeki Halvori Surp Garabed Vankı ilk dönemin eserleri olarak tahmin edilmektedir. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren ortaya çıkan heretik akımlar; Manikelik, Borboritlik, Mıdzğınelik gibi erken örnekler, sonra özellikle Tercan ve Divriği merkezli olarak yayılan Pavlikyan, Eleşkirt taraflarında ortaya çıkan Tondrakyan inançları, yine Ermenice Arevortiner denilen güneşe tapanlar ki, birçoğu eski Zerdüşti kökler üzerinde doğacı ve düalist felsefeyle şekillenmiştir, Hıristiyanlıkla çatıştıkları için sapkın düşünce sayılarak kilise ve devletin baskısına maruz kalmıştır. Dinsel olduğu kadar sosyal muhalefet özelliği de bulunan bu cemaatlerden hiç değilse bir kısmının Dersim’de var olduğu, çok yakın yörelere değinen yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bunlar içinde en güçlü etkiyi yapan ve en fazla yayılan Pavlikyan akımıdır ve direnişleriyle Bizans İmparatorluğu’nu birkaç yüzyıl uğraştırmıştır. Tarihsel bir köprü gibi düşünebileceğimiz söz konusu akımların eski İran ve Ermeni Zerdüştiliğinden aldıkları gibi, zamanla Şiilik sembolleri eşliğinde oluşan Kızılbaşlık inancına devrettikleri veya kendilerinden kattıkları düşünce ve gelenekler olmuştur. Ayrıca Hıristiyanlık ile Kızılbaşlık arasında karşılıklı etkileşimlerin de olduğunu gösteren kimi benzerlikler vardır. En bilineni Kızılbaşların Xızır’ı ile Ermenilerin Surp Sarkis’idir. Bu iki dinsel figür arasındaki karakteristik ortaklıklar, her ikisinin tarihsel kaynakları farklı olsa da, halkın gözünde aynılaşmaya varan bir paralellik arz etmiştir. Başka yerlerde ne Kürtlerin ne de Alevilerin bildiği, yalnızca Dersim ve çevresindeki Kızılbaşlara özgü Gağan’ın da Ermeni geleneğindeki Gağant’la bir bağı olmalıdır. Ancak bütün bunlar Dersim Aleviliğinin belli başlı ocaklarını oluşturan ve kendine özgü şekillenmesini tamamlayan başka damarların varlığını göz ardı ettirmemelidir.
Arşaguni Hanedanlığı Ermenistan’da sürerken İran’da Part dönemi kapanıp Sasaniler devri başlamış, devrik Part yöneticileri Ermenistan’a sığınmıştır. Sasani Kralı Şabuh’un (Şapur) Ermenistan’a yaptığı dehşetli periyodik saldırılar Arşaguni hanedanlığı ve Mamigonyan naxararlığını Roma’yla ittifaka zorlar. Bu dönem Roma da Hıristiyanlaştığı için Ermeni Krallığı’nın o tarafa meyletmesi kolaylaşır. Şabuh yaptığı seferlerden birinde 100 bin kişilik ordusuyla Medz Dzopk, Ankeğ Dun, Hantsid, Dzopk Şahunyats ve Mızur bölgelerini geçerek Ani-Kemah kalesini işgal eder, surlarını yıkıp hazinelerini yağmalar ve Arşaguni Hanedanlık mezarlarına kadar talan eder. Savunmasız kalan batı bölgeleri Roma hâkimiyetine sığınır. Şabuh’un esir aldığı II. Arşag’ın oğlu Bab ve öldürdüğü Vasag’ın oğlu Muşeğ Mamigonyan Roma’nın desteğini sağlayarak karşı saldırıya geçer, işgal edilen bazı yerleri geri alırlar. 4. yüzyıl sonlarında Ermenistan feodal beyler arası iç çatışmalarla meşgulken Roma ile Sasani İran onu bölüşmek üzere mutabakata varır. 387 tarihli anlaşmayla vasal krallıklara bölünen ülkenin küçük batı bölümü Roma İmparatorluğu’na, büyük doğu bölümü İran’a bağlanır.
Bizans egemenliğinde Batı Ermenistan ve Dersim’i içeren bölümleri
395’te Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasından sonra, Dersim’i de içeren Doğu Roma, yani Bizans sektinde vasal krallık kısa sürede sona erdirilip doğrudan merkeze bağlı özerk bölgeler tanzim edilir. Eski Pokır Hayk sahasında Sivas merkezli Araçin Hayk (Birinci Ermenistan), Malatya merkezli Yergırort Hayk (İkinci Ermenistan), eski Medz Hayk’ın kuzeybatı bölümünde Dersim’in önemli bir kısmını da içeren Erzurum merkezli Nerkin Hayk (İçeri Ermenistan) oluşturulur.
Yaklaşık olarak önceki Partsır Hayk’a tekabül eden ve eski Dzopk’un da kuzeydoğusunu içeren Nerkin Hayk’ın eski isimleriyle bazı kazaları ve bugünkü kapsama alanları şöyledir:
Yegeğyats: Erzincan ovası ve Cimin (Üzümlü) çevresi.
Daranaği: Kemah’tan Eğin’e kadar Karasu Nehri’nin kuzeybatı çevresi.
Mananaği: Tercan ve Çat’a kadar doğu çevresi.
Xortsiyan: Yayladere’den Adaklı’ya kadar Kiğı Suyu boyları.
Mıntsur: Munzur Suyu, Ovacık, Pülümür, Dersim merkezi.
Bağnadun: Peri Suyu’nun iki yakası Mazgirt ve Karakoçan.
Degik: Çemişgezek’in Tağar Suyu ile sınırlı batı bölümü.
Gavrek: Keban-Maden çevresi.
Eski Dzopk bölgesine tekabül eden alanda ise genel isimlendirmesi Latince Gentes olan 5 küçük satraplık oluşturulur:
Dzopk Şahunyats: Çemişgezek’in doğusu, Hozat ve Pertek.
Hantsid: Harput Ovası ve Dzovk (Hazar Gölü) çevresi.
Palahovid: Palu Vadisi ve çevresi.
Haştyank: Çapağçur (Bingöl) ve Genç çevresi.
Ankeğ-dun: Eğil ve Ergani çevresi.
Gentes sözcüğü milliyetler, soylar anlamında olup bu yörelerin daha önce değindiğimiz göz alıcı etnik çeşitliliğine işaret eden bir isimlendirmedir. Bizans yönetimi de bir yere kadar bölgenin bu özelliğini kullanmakta yarar görmüş, satraplara kendi maiyetlerinde askerî güç bulundurma, toprak mülkiyeti ve miras haklarını tanıyarak onların sınır muhafızlığı yapmalarını sağlamıştır.
Ermenistan’ın Hıristiyanlığa geçişinden bir yüzyıl sonra 405’de, Ermeni kültürünün ikinci büyük devrimi, özgün Ermenice alfabenin yaratılması gerçekleşir. Paganist dönemde tapınak rahiplerinin kullandıkları bir tür eski Ermenice yazı ve onunla üretilen eserler olduğu yönünde tahminler var, ancak henüz bunu doğrulayacak kanıtlar bulunmuş değil ve bilim insanları arasında konu tartışmalı. İçlerinde eski Ermenice yazı örnekleri mevcut olmasa bile Ermeni pagan tapınaklarının bugünlere miras kalması uygarlık tarihi bakımından önemliydi. Yeni dinin muktedirleri tarafından eskiyi yok etme amacıyla ateşe verilen tapınaklarla birlikte daha önceki yüzyıllara doğrudan tanıklık edecek bir tarih de yok edilmiştir. Sonrasında İncil’in ve başka eserlerin Yunanca ve Asurice okunması Ermeni halkını bu kültürlerin etkisine maruz bırakınca yeni bir arayış başlar. Muşlu bir din adamı ve eğitmen olan Mesrop Maşdots’un kraliyet ve kilise teşvikiyle yarattığı Ermeniceye özgü alfabe, ilk tercümelerin ardından kendi dilinde tarih ve edebiyat yazımına imkân verir. Böylece Ermenicenin bir yazı ve eğitim dili olarak gelişmesi, sonraki yüzyıllar boyunca devlet olanaklarını yitirdikten sonra da Ermeni halkının ulusal kimliğini korumasının en büyük dayanağı olmuştur. Maşdots’un alfabe çalışmasındaki baş yardımcısı olarak anılan Deren Xortsenatsi, soyisminden anlaşılacağı üzere Xortsiyanlı, yani Kiğı bölgesindendir. Rivayete göre Maşdots alfabe çalışmasını yürütürken Palu kalesine yakın bir mağarada inzivaya çekilmiştir. Dersim’e komşu olan bu mekânın halk arasında kutsal bilindiğini de belirtmek gerekir. Yazılı Ermeni tarihinin ilk klasikleri Akatankeğos, Zenop Klag, Pavıstos Büzant, Goryun, Yeğişe, Movses Xorenatsi, Ğazar Parbetsi ve Sepeos’un 5. ve 7. yüzyıl arasında meydana getirdikleri eserler olmuştur. Bunları her dönem kendi çağına tanıklık eden başka tarihçi ve kronikerlerin yazdıkları tamamlar. Bu şekilde son 1600 yıllık Ermeni tarihi oldukça ayrıntılı kendi yazılı kaynaklarına sahiptir.
Ortaçağda Ermenistan’ın naxarar adı verilen soylu beyleri özellikle Part ve Sasani feodal İran sisteminin etkisinde olmuş, 12. yüzyıla kadar zayıflayarak varlıklarını sürdürmüş, daha sonra sınırlı dağlık çevrelerde izole örnekleri kalmıştır. Bunlar içinde en ünlüsü Daron (Muş) merkezli Mamigonyanlardır. Bu soyun ilk temsilcilerinin 3. yüzyılda Part Krallığı’na sığınıp oradan Ermenistan’a yerleştirilen Cenestan isimli bir ülkenin prensleri olduğu rivayet edilir. Ama çok çabuk Ermenistan’da nüfuzlu duruma gelmiş, Arşagunilerin güvenilir yardımcıları, komutanları olarak kritik savaşları yönetmişlerdir. Bu savaşların en önemlisi de Ermeni tarihinde çok müstesna yeri olan, kutsal bir direniş sayılan Vartan Mamigonyan’ın önderliğindeki Avarayr meydan savaşıdır. 451 yılında Ermenistan’ı işgal ve Hıristiyanlığı ortadan kaldırma amacı güden Sasani ordularına karşı ülkenin doğu bölümünde büyük bir seferberlikle ölüm kalım mücadelesi verilir. Bizans hâkimiyetindeki batı bölümü bu olayların dışında kalmıştır. Ama Mamigonyan soyunun bir kolunun da burada bulunduğu biliniyor. Ermenistan’a Hıristiyanlığı yayan Aziz Grigor Lusavoriç’in nesli 5. yüzyılda tükenince onlara bahşedilmiş olan Yegeğyats kazasının bir kısım mülkiyeti Mamigonlara geçer. Böylece Erzincan’da etkinlik kazanan Mamigonyan soyunun Dersim’e de nüfuz etmiş olması çok doğaldır. Daha ileride (9. yüzyıl sonları) Pakraduni naxararlığının Daron bölgesine hâkim olması üzerine oradaki Mamigonların bir kısmı Sasun dağlarına, bir kısmı ise Dersim tarafına geçer. Tağar Suyu batısındaki Degik yöresine yerleşen Manuel Mamigonyan geniş bir çevrede etkili olur. Dersim’in merkezindeki Mamiki (ya da Mameki) köy ismi, aynı şekilde Mamikan (ya da Mamkun) aşiret ismi büyük ihtimalle Mamigonyan naxararlarından mirastır. Aynı soydan bu çevrede yönetici olduğu bilinen Vasag Mamigonyan ile ilişkili olarak Çemişgezek ve Pertek’teki Vaskavan, Vasgirt yer isimlerini anabiliriz.
Bizans bölümünde Ermenileri tam bağımlı kılmaya yönelik çabaların yoğunlaşması üzerine 482’de altı yıl süren bir isyan başlatılır. İsyana ön ayak olan naxarar ya da satraplar Dzopk Şahunyats, Hantsid ve Haştyank bölgelerindendir. Bu isyanı bastıran Bizans devleti satrapların miras haklarını ortadan kaldırır. Daha sonra 529’da İmparator Justinianos’un (Jüstinyen) ıslahat programıyla bunların yönetsel yetkileri de kısıtlanıp asker bulundurma hakları ellerinden alınır. 536 yılında dört eyalete dönüştürülen Batı Ermenistan’ın bütün bölümleri merkezden tayin edilen ve “Magister Militum Armenia” unvanını taşıyan tek bir yöneticiye bağlanır. Bu son düzenlemede Dersim’in kuzey bölgesi (eski Partsır Hayk ya da Nerkin Hayk’a dahil olan kazalar) Birinci Hayk, güney bölgesi ise Dördüncü Hayk eyaletinde yer alır. Buradaki 5 küçük satraplık tek bir eyalete dönüşmüş olur. Eski Dzopk diyarı bu tarihten itibaren Çorrort Hayk (Dördüncü Ermenistan) olarak tanınacaktır.
Justinianos Ermenistan’ı ismen tanımaya devam etmekle beraber onun yerli feodal güçlerini zayıflatma, özerk siyasi-toplumsal yönetimini dağıtma ve imparatorluk içinde eritme amacı gütmüştür. Bu yüzden İran’a karşı bölgede konumlanan merkezî ordunun masrafları, yeni kalelerin yapımı vb. yerli halkın sırtına yüklenir, vergiler ağırlaştırılır. Bu durum Birinci Hayk’taki Ermenilerin tekrar isyan etmesine yol açar. İsyan bastırılır ve isyan hareketinin bazı liderleri İran tarafına kaçarak Bizans’a karşı onunla ittifak arayışına girerler. Fakat aynı yüzyılın ikinci yarısında İran yönetimi de Doğu Ermenistan üzerindeki baskısını yoğunlaştırmıştır. Orada da tekrar Mamigonyanlar öncülüğünde isyanlar olur ve ardından Bizans-Sasani savaşları tekerrür eder. Bu gelişmelerden sonra Doğu Ermenistan’ın bir kısmı da Bizans hâkimiyetine girer.
Arap, Türk, Moğol istilaları ve Delmik göçleri sürecinde Dersim
7. yüzyılın ilk yarısında güneyden Arap istilası baş gösterir. Kuzey Mezopotamya’dan Dördüncü Hayk’a ve Daron’a, Van havzasından Ararat’a kadar ilerleyen halifelik kuvvetleri batı ve doğu Ermenistan’ın yeni hâkimi olmaya başlar. 642’de Sasani devleti yıkılır. İran bölümündeki Ermenistan’ın marzbanlık (valilik, paşalık) yöneticisi Teodoros Rıştuni, Gürcistan, Sünik ve Ağvank yöneticileriyle birlikte direniş örgütler. Arap halifeliği onunla bir anlaşmaya varır. Ermenistan’ın özerkliğini kabul ederek onu kendi egemenliğine alır. Diğer tarafta ise pek çok Ermeni yönetici Bizans’a bağlılık gösterir. Böylece yaşanan Arap-Bizans savaşı iki tarafın Ermenilerini karşı karşıya getirir ve Arapların zaferiyle sonuçlanır. Ermenistan bölümleri 7. yüzyıl sonlarında kısa süre birleşik bir otonomi olduktan sonra bu defa halifeliğin ilhak siyasetine maruz kalır. Emevi ve Abbasi halifeleri Ermenice “vosdigan” denilen valiler aracılığıyla yönettikleri bu bölgeleri genel olarak “Ermeniye” adıyla tanzim etmişlerdir.
Başlangıçta esnek olan Arap hâkimiyeti 8. yüzyılda ağır bir boyunduruğa dönüşünce yine Dzopk bölgesini de kapsayan köylü ayaklanmaları olur. 9. yüzyıl ortalarında Bizans-Arap çatışmalarına sahne olan Mızur, Yegeğyats, Daranaği, Degik, Arşamaşad, Hantsid yaygın şekilde yıkıma uğramıştır. Aynı dönem Muş-Sasun yöresinde Ermenilerin ünlü Sasuntsi Tavit (Sasunlu Davit) destanına kaynaklık eden direnişleri yaşanır. Dışardan vali atama yoluyla yönetmekte güçlük çeken ve Bizans saldırılarına karşı destek ihtiyacı duyan Araplar, hâlâ etkin olan Ermeni naxararlarına daha fazla özerklik ve inisiyatif tanımayı tercih eder. 862’de “İşxanats işxan” (beylerbeyi) unvanı verilen Pakraduni prensi Aşod, 885’te Halife Ahmed Abul-Abbas tarafından özerk Ermenistan kralı olarak tanınır. Böylece Türk istilasına kadar yaklaşık 160 yıl süren yarı bağımsız bir Ermeni yönetimi daha var olmuştur.
Bizans tarafında ise bu dönem Araplarla ittifak halinde Bizans kuvvetlerinin ilerlemesini güçleştiren Pavlikyan cemaati imparatorluğun öncelikli hedefi haline gelir. Bizans’ın zulmünden kaçan Pavlikyanlar Malatya ve Dördüncü Hayk bölgesine sığınır. Onların üssü olarak bilinen Divriği, 872’de büyük bir saldırıyla tarumar edilir. 10. yüzyılda, burayı tamamen dağıtmak amacıyla imparatorluğun doğu bölgelerindeki yerli halkın önemli bir bölümü birkaç büyük dalga halinde Balkanlara sürgün edilir. Ancak yok edilmek istenen Pavlikyan akımı bu defa Balkanlarda ortaya çıkar ve değişik isimlerle yüzyıllar zarfında güneybatı Avrupa’ya kadar yayılır. Çok sonraları Hıristiyanlıkta bir reform hareketi olarak doğan Protestanlığa kaynaklık ettiği düşünülen bu akımın, Küçük Asya ve Balkanlar’da şekillenen Aleviliğe ve özellikle Dersim-Koçgiri Kürtleri arasındaki Kızılbaşlığa esaslı bir maya olduğu tahmin edilebilir. Bizans zulmü nedeniyle Abbasilere yanaşmış olan Pavlikyanların Şiilikle ilk bu kavşakta, Divriği, Arguvan, Malatya çevresinde buluştuklarını gösteren veriler mevcuttur. Dersimli araştırmacı Seyfi Cengiz, en eski Alevi ocaklarının bir bölümünün başlangıçta Pavlaki olup daha sonra Şiiliği benimsedikleri yorumunu yapmaktadır.
10-11. yüzyıllar arası, henüz Selçukluların bu alanda görünmesinden önce, Delmiklerin Hazar Denizi’nin güneyinden Azerbaycan, Batı İran ve Ermenistan’a doğru bir dizi akınları olmuştur. Ermeni tarihçi ve kronikerler bunların 914’den 1021’e kadar belli aralıklarla toplam altı dalga halinde Ağvan, Ağbak, Antzevats, Şirak, Abahunik ve Nik üzerine yürüdüklerine tanıklık eder. Bu kayıtları inceleyen S. Şalcıyan’a göre, Dersim ve dolaylarında Zaza yerine kullanılan Dımıli isminin kaynağı, Delmik, Delemenk, Delum, Delmis gibi değişik biçimlerde adlandırılan Deylem çıkışlı halk olmalıdır. Yöneldikleri alanlardan Abahunik bugünkü Hınıs’a tekabül eder ki burası, Dımıli ya da Zazaların bugüne kadar kümelenmiş oldukları yörelerden biridir. Ondan başka Varto, Bingöl, Palu, Çermik, Ergani, Siverek, Gerger, Malatya, Erzincan ve tabii Dersim’de mevcutlar. Delmiklerin bilahare Selçuklu ve Moğol akınlarının da etkisiyle, ilk geldikleri yerlerden daha batıya doğru hareket ettikleri sanılıyor. Fakat eldeki verilerin yetersizliği nedeniyle tarih içinde bu göçlerin nasıl bir seyir izlediği bilinemiyor.
10. yüzyıl sonlarında Bizans imparatoru II. Vasil, Batı Ermenistan üzerine daha ilhakçı bir siyaset geliştirmiş, Partsır Hayk ve Dzopk dahil bütün bölgelere boyun eğdirmiş ve sadece Ani’deki Pakraduni kralı Gagik bunun dışında kalmıştır. Vasil’e bağlılık gösterenler arasında Mervanlı Kürt emiri de vardır. 11. yüzyıl başlarında Selçuklu Türk akınlarına karşı Vaspurakan (Van çevresi) Ermenileri önce direniş gösterir, fakat kendini tehlike altında hisseden Ardzruni kralı Senekerim, imparatorla bir anlaşma yaparak bölgeyi ona bırakıp halkıyla birlikte Sivas bölgesine yerleşir. Dersim’e batıdan komşu olan Arapgir ile Agn (Eğin), bu göçle gelenlerin yarattığı veya büyüttüğü merkezler olmuştur. 1045’de ise Pakradunilerin başkenti Ani Türklerin eline geçer. Bizans devleti doğuda Rumlara ve Kürtlere öncelik veren yeni askerî düzenlemeler yapar. Ermeni özerkliğinin tasfiyesine karşı Bağin (Mazgirt’in doğu sınırında Urartu döneminden kalma kalesiyle ünlü antik yerleşim) ve Ergani merkezli bir direniş yaşanır. Marmara’ya sürgün edilen isyan liderlerinin daha sonra dönüşüne izin verilir ve Selçuklu karşısında savunma yapmaları sağlanır. Bununla eşzamanlı bir önemli olay da, yüzyıl önceki Pavlikyanlara benzer Tondrakyan cemaatinin direnişleri olur. Feodal sömürü ve dinsel baskılara karşı gelişen Hınıs ve Mananaği (Tercan) merkezli hareket önceki gibi katliam ve sürgünlerle dağıtılır.
1071’de Malazgirt savaşıyla Batı Ermenistan’a geniş ölçüde hâkim olmaya başlayan Selçuklu Türklerinin Erzurum merkezli Saltuklu, Erzincan merkezli Mengücek, Sivas merkezli Danişment beylikleri Dersim ve çevresindeki süreci belirler. Bu dönem Sasun’daki Tornikyanlar gibi eski Ermeni prensliklerinin direnç gösterdiği yerler de olmuştur. Ani ve başka merkezlerden dağılan Ermenilerin yoğunlaşmaya başladığı Kilikya’da 14. yüzyıl sonlarına kadar sürecek olan son Ermeni krallığı oluşur. Dersim’i kapsayan doğu bölgeleri birbiri ardına ortaya çıkan yeni beyliklerin mücadelesine sahne olur. Artuklulara bağlanan Çemişgezek’te Ermeni nüfusu yoğundur ve küçük Ermeni yöneticiler varlıklarını vergi ödeyerek sürdürür. Daha sonra Cengiz Han’ın yıkıcı istilası ve Moğol hâkimiyeti başlar. Moğolların yaptığı idari düzenlemede Gürcistan, Arminia, Cezire ve Yukarı Mezopotamya isimli vilayetler oluşur. Arminia içinde yer alan Yerzınga’yı (Erzincan) temsil eden Hovhannes isimli bir yöneticidir. 13. yüzyılda Erzincan’dan geçen Marko Polo şehrin sakinlerinin Ermeni olduğunu, bir arkepiskoposun burda oturduğunu kaydeder.
İkinci Moğol dalgası olan Timurlenk’in akınları ardından Ermenistan’ın doğu bölümlerine Karakoyunlu, batı bölümlerine ise Akkoyunlu Türkmen soyları hâkim olmaya başlar. Karakoyunlu Kara Yusuf’un selefi olan İskender kendini “Şahi Armen” olarak tanımlar. Bu unvan, “Ermenilerin yaşadığı yerlere hükmeden kişi” anlamına gelmektedir. Onun oğlu Cihan Şah da aynı unvanı sürdürür. Moğollarla devam eden çatışmaların sonucunda Karakoyunlular zayıflar, buna karşılık güçlenen Akkoyunlular sonunda iki devleti birleştirerek daha büyük bir alana hükmeder. 1378’de Akkoyunlu devletini kuran Kara Osman Ermenilerle iyi ilişkiler geliştirmiştir. Amid’te bulunan Ermeni yepiskoposu Nağaş ondan müsaade alarak bir dizi kilisenin onarılmasını ve yeniden inşasını sağlar. Bunun etkisiyle olsa gerek, 1430’lar ve sonraki birkaç on yıl, Dersim içindeki eski manastırların da onarım gördükleri, kültürel canlılık yaşadıkları ve en çok el yazması eser verdikleri bir dönem olmuştur. Kara Osman’ın selefleri Hamza ve Cihangir Sultan da “Şahi Armen” unvanını taşırlar. Rakip Türkmen hükümdarları arasındaki bu ortak gelenek, bölgede Ermeni kimliği ve kültürünün etkinliğini sürdürmesiyle açıklanabilir. Ama eski naxararlar artık nüfuzunu yitirmeye başlamış, Ermeni feodal beylerinin yerini güneyden başlayarak Palu ve Çemişgezek’e kadar uzanan çok yerde Kürt beyleri almaya başlamıştır. Akkoyunlu hâkimiyet alanlarını genişleten Uzun Hasan, bu karmaşık süreçte bağımsız varlık gösterebilen Kürt emirlerini kendine boyun eğdirmeye çalışır. Erzincan taraflarına hâkim olduktan sonra Osmanlı devletiyle de savaşa tutuşur, ama Tercan’da yenilgiye uğrar. Öte yandan İran’da Safevi devleti doğmuştur. Akkoyunluların sonunu getiren Şah İsmail ile Osmanlı sultanları karşı karşıya gelir. 1514-16 yılları arasında Osmanlı devleti Batı Ermenistan ve Kürdistan’ın ilhakını tamamlar.
Osmanlı dönemi, Kürt otonomisi ve Ermeniler aleyhine işleyen süreç
Sultan Selim 1514 Çaldıran zaferinde kendisine büyük yardımı dokunan Kürt aşiret ve emirlerini daha kalıcı işbirliğine teşvik etmek amacıyla mükâfatlandırır. Gelecekte Kürtlerin savaş hizmetlerini güvenceye alacak şekilde Bitlisli Molla İdris’le anlaşmaya varır. Böylece imparatorluğun doğu sınırında savunma işiyle birlikte yerel otorite olma imtiyazı da Kürt feodal beylerine verilir. Bu tercihte din faktörünün de önemli bir rolü vardır. İttifak öncelikle Şiiliğe karşı savaş sırasında kurulduğu için bölgedeki otonomi anlaşması da Sünni Müslümanlar arası dayanışmanın devamı ve bir tür iktidar bölüşümüdür. Bazı Kürt tarih yazıcıları olayın bu karakterinden dolayı Osmanlı devletinin Kürdistan’ı işgal etmiş sayılamayacağını, rızaya dayalı birlikten bahsetmenin daha doğru olacağını savunurlar. Bu görüş bölgenin o dönem için Kürdistan denilebilecek sınırlı güney hatları için bile tartışmalı iken, demografik yapısıyla Ermenistan hüviyetini koruyan büyük bölümü için bütünüyle yanlış ve haksızdır. İşin gerçeği, Osmanlı Türk devletinin Kürtler yardımıyla Batı Ermenistan’ı işgal etmiş olduğudur. Daha önceki işgalci Şah İsmail’e karşı savaşta çok önemli rol oynayan Kürt güçlerinin komutanları bir bir ele geçirdikleri yörelerin fatihi olarak ünlenirler.
Diyarbekir eyaletinde ilk elden 5 Ekrat hükümeti (Palu, Eğil, Genç, Cizre, Hazro), 8 ocaklık ya da yurtluk, 11 tane de sıradan Osmanlı sancağı oluşturulur. Zamanla bunların sayıları artar. Beş Kürt hükümetinden Dersim’e en yakın düşen Palu’dur. Palu’nun hükümet düzeyinde bir otonomi elde etmesi, buranın fatihi Cimşit Bey’in en üst düzeyde itibar görenlerden biri olmasıyla açıklanabilir. Dersim civarında ocaklık statüsüyle kurulan sancaklar Sağman, Pertek, Mazgirt, klasik sancaklar ise Çemişgezek, Harput, Arapgir ve Kiğı olmuştur. Tarihsel Batı Ermenistan’da Diyarbekir’den başka Van, Erzurum, Kars ve giderek Harput, Bitlis paşalıkları (eyaletler) kurulur ve her birine bağlı çok sayıda sancak oluşturulur. Büyüklüğüne göre yönetsel yetkiler yanında has, zeamet, tımar denilen toprak mülkler tahsis edilir. Büyük beylere toplu halde kazalar, köyler vakfedilir.
Örneğin Palu hâkimi Cimşit Bey’e “Palu memleketindeki bütün kaleler, şehirler, köyler ve mezralar tüm mahsulleri ve gelirleri ile kendisine, oğlundan oğluna, nesilden sonra gelen nesline mülk olarak verilip ihsan edilerek…” diye uzun açıklamalarıyla Sultan Süleyman ve sonraki padişahlar tarafından verilmiş mülknameler var. I. Ahmet’in mührünü taşıyan 1611 tarihli mülknamede, “Palu hâkimleri, mademki dini İslam üzeredirler, Osmanlı’dan yüz döndürmeyip, itaat edip, karşı çıkmadıkları sürece onların ülkelerinin tasarruflarına vezirlerim, beylerbeylerim, ümera ve mutasarrıflar, mübaşir ve diğer hiç kimse mani olamayacaklardır” denilir. Karşılığında bu beylerin devlet hizmetinde kendi askerleriyle savaşa katılmaları, emirlerindeki reayayı hoş tutmaları, hilafet ve saltanata sadık kalmaları istenmektedir.
Yukardaki bilgiyi veren yazar, klasik Osmanlı sancakları ve yurtluk-ocaklık kapsamına giren sancaklarda mülkiyetin esasen padişaha ait olduğunu, kullanım hakkı verilen beylerin o toprakları vakfetme tasarrufuna sahip olmayıp bunun için Divan-ı Hümayun’dan izin istemeleri gerektiğini, buna karşılık hükümet statüsüne sahip sancaklarda ise mülkiyetin bütünüyle oranın yöneticisine ait olduğunu belirtiyor. Örnek olarak da yine Palu hâkimi Cimşit Bey ve onu takip eden nesillerinin istedikleri köyü ya da araziyi kimseye danışmadan istedikleri kişi ya da kuruma vakfettiklerini belgeliyor.
Bu tür imtiyazlı bağımlılık ilişkisinin benzerleri Bizans ve Arap deneyimlerinde de görülmüştür. Özellikle Bizans hâkimiyetine giren Batı Ermenistan bölgesinde yerli otorite sahibi olan Ermeni naxararlarına babadan oğula sürecek büyük feodal mülkiyet haklarıyla beraber özerk yönetim ve kendi maiyetinde asker bulundurma imkânı tanınmıştı. Ancak Ermeniler buraların çoktan beri etkin unsuru oldukları için, diyebiliriz ki kısa süren bu imtiyazlar demografik yapıyı fazla değişime uğratmamış, belki sadece varolan dengeleri korumaya yaramıştır. Buna karşılık Osmanlı hâkimiyetinin tercihen otonomi imtiyazını verdiği Kürt beyleri, bölgesel yönetim alanlarının çoğunda kendilerinden daha köklü geçmişe, daha yoğun yerleşik nüfusa ve daha gelişkin uygarlığa sahip olan Ermenilerin gelir kaynaklarını kısarak, onlar aleyhine güçlenmeye başlamışlardır. Kendilerine “ihsan” edilen kaleler, şehirler, köyler gibi, örneğin Ermeni cemaatinin manastırları ve onlara ait topraklar bile bu beylerin denetimine girer, ürünlerinden önemli paylar ve haraç gibi vergiler alınır. Yukardaki Palu örneğinden hareket edersek, bölgenin en gelişkin tarım merkezi Havav (Habap), “bütün bağları, bahçeleri, meşelikleri, bina olunmuş ve olmamış toprakları, değirmenleri, bezirhane ve boyahaneleri ile” beylere vakfedilir. Bunun gibi Çınaz ve Nıbşi köylerine dair vakfiye belgeleri vardır. “Her üç vakfiyede de ‘Palu’nun fetih edildiği’ vurgulanmaktadır. Habap vakfiyesinde ayrıca ‘Vank dedikleri mahalde sakin olan papazın kadimden veregeldiği rüsumu muayenesi ile mezkür köyde ekilen ve toplanmışın beşte birini’ vermesi şart edilmiş. Vank mevkiinde Ermenilerin Van’dan sonra en önemli ve büyük bir manastırı vardır… İşte bu manastırdaki papazlardan vergiyi Palu beyleri almakta ve bu vergi karşılığında kilise ve manastırın faaliyetine izin verilmektedir.”
Ermeniler ve diğer gayrimüslimler bu beylik sistemi içinde “haraç, cizye” vb. vergiler ödemekle yükümlü reaya ya da zimmi diye anılırlar. Tabii ki Müslüman grupların da beyleri yanında reaya sınıfları vardır, fakat Hıristiyanların sömürülmesi daha katmerli olur. Bu durum doğal bir dezavantaj olarak büyük çoğunluğu çiftçilikle uğraşan Ermeni toplumunun gelişmesini sınırlayacak, dağılmasını hızlandıracak ve zamanla değişen demografik dengeler Kürdistan’ın Batı Ermenistan aleyhine genişlemesini getirecektir. Bu açıdan Dersim ve çevresine baktığımızda değişim boyutlarını hemen görebiliriz.
Dersim çevresinde değişen demografik dengeler
Osmanlı egemenliğine girdiği ilk dönem bölgenin nüfus bileşimi düzenli aralıklarla tutulan tahrir defterlerinde kayda geçmiştir. 1518, 1523 ve 1541 tarihli ilk sayımlar sırasında aşağı yukarı bugünkü Tunceli il sınırlarıyla örtüşen Çemişgezek sancağındaki gayrimüslim hanelerin toplam hane sayısına oranı yıllar itibariyle yüzde 53, 58, 53 olarak görünüyor. 1566’da bir kısım nahiyeler ayrılınca, Çemişgezek’e yakın çevrelerle sınırlanan sancağın (ki bu da günümüzdeki Tunceli’nin batı yarısına denk düşüyor) gayrimüslim haneleri yüzde 71 gibi büyük bir oran teşkil ediyor. Demek ki Ermeni köyleri bu tarafta daha yoğun olmuştur. Gayrimüslim nüfus kendi içinde ayrıca tasnif edilmemiş, ama büyük çoğunluğunun Ermeni olduğu bazen gayrimüslim yerine “cemaatı Eramine” denilmesinden bellidir. 19. yüzyıl sonlarında Dersim sancağına dair farklı nüfus istatistiklerine baktığımız zaman geçmişte var oldukları bilinen Süryaniler hiç görünmüyor, Rumlar ise Ermenilerin yüzde 1’i kadar bile etmeyen küçük sayılarda görünüyor. Onlar da Hay-Horom denilen Ermenileşmiş Rumlardır. Bu döneme ulaşan kiliseler içinde Süryani ve Rum Ortodoks olanlar da yine istisnaidir. Geriye doğru toleranslı düşünsek ve bu grupların gayrimüslimler içindeki payını yüzde 10 varsaysak, 1500’lerde bölge Ermenilerinin toplam nüfusa oranı yine de yüzde 50 civarında olur. Müslüman olarak gösterilen ortalama yüzde 45 kadar nüfusun büyük bölümü şüphesiz ki Kızılbaşlardır. Bir miktar Sünni Kürt ve Türkler de olduğu anlaşılıyor. Bir 500 yıl daha geriye gidilse, istatistik yoktur ama, henüz Türkler Anadolu’ya, Deylemliler de Dersim’e gelmiş olmadığından, o zamanlar bölgedeki Ermeni nüfusunun büyük çoğunluk olduğu rahatlıkla söylenebilir. Uzak geçmişten bölgedeki varlığını bildiğimiz Part-Pehlevi soyları, Ermenilik içinde erimedikleri ölçüde, eski yerleşik bir katman olarak Deylem’den gelenlerle kaynaşmış ve Dersim Zazacasının şekillenmesine katkı yapmış olabilirler. Aynı süreçte Ermeni klanlardan özellikle eski Zerdüşti geleneklere ve Pavlaki inancına bağlı olan bazılarının da Kızılbaşlığa adapte olduğu söylenebilir. Dersim’deki Zazacanın fonetiğinde çok belirgin yeri olan “dz” ve “ts” sesleri, bu dilin başka yöre ağızlarında duyulmuyorsa eğer, kimlik dönüşümüne uğrayan Ermenilerin ona kattıkları bir özellik olmalıdır.
Osmanlı hâkimiyetinin başlarında Dersim’e yakın ve uzak birçok yöre için Ermeni nüfusunun yoğunluğuna dair veriler mevcuttur. Yine tahrir defterlerinden çıkarılan verilerle Kemah sancağı ve Erzincan kazasında 1520-1591 yılları arasındaki dönemde Hıristiyanların genel nüfusa oranı yüzde 60-80 arası değişmektedir. Kayıtlı hane ve mücerret sayıları üzerinden (ortalama her haneyi 5, mücerreti 1 kişi sayarak) yapılan hesap sonucu, örneğin 1591 yılında Kemah kazasında 15.918 Müslüman, 19.776 Hıristiyan, Erzincan kazasında ise 7.812 Müslüman, 26.933 Hıristiyan nüfus olduğu tahmin edilmektedir. Harput sancağında ise 1518-1566 verileriyle Hıristiyanların genel nüfusa oranı yüzde 45’e yakın görünmektedir. 17. yüzyılda Erzurum eyaletinin 13 sancak ve 10 kazasını kapsayan Hagop Garnetsi’nin Yukarı Ermenistan Raporu, 18-19. yüzyıl aralığında Ğugas İnciciyan’ın daha geniş çevreler hakkında toparladığı bilgiler, tedrici şekilde azalmakla beraber Ermeni nüfusun doğu vilayetlerinde halen yer yer çoğunluk oluşturduğunu göstermektedir. 19. yüzyıl rahipleri Boğos Natanyan, Karekin Sırvantsdyants ve Vahan Bardizaktsi’nin raporları yine bu geniş çevrelerde son zamanlara ulaşan Ermeni nüfusu ve kültür varlıklarının boyutu hakkında fikir vermektedir. En son 1913 İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin verileriyle soykırım arifesindeki nüfusu yerleşim birimleri itibariyle ileriki bölümlerde görebilirsiniz.
Osmanlı sultanlarının fethettikleri yerlerde kurdukları idari bölgeler önceleri ilhak edilen ülkelerin veya oralarda ağırlıklı olan etnik grupların isimleriyle anılırdı. Bulgaristan, Sırbistan, Rumeli, Lazistan, Gürcistan, Arabistan örnekleri gibi –şimdilerde resmî tarihin görmezden gelmesine rağmen– inkâr edilemez bir gerçeklik de Ermenistan ve Kürdistan eyaletleriydi. Erzurum, Kars, Van ve Diyarbekir’in bir kısmı Ermenistan olarak kabul görüyordu. Sonradan yeni idari düzenlemelerle bu isimler bölümlere ayrılsa bile, örneğin resmî haritalardaki Erzurum paşalığı ya da vilayetinin üstünde “Ermenistan-ı Kebir” ibaresi okunurdu. Bu tarihsel Medz Hayk’ın mirasına ilişkin bir atıftı aslında. Osmanlı’nın benzer şekilde kabul ettiği Kürdistan ise Diyarbekir, Şehrizor ve Musul’u kapsıyordu.
Kürtlerin daha eski yoğunluk alanları olan güneydoğu hatlarından kuzeye doğru yayılmaları ilkin Arap ve Türk istilaları döneminde başlamış, fakat halen seyrek oldukları Batı Ermenistan’da çoğalmaları esasen Yavuz Sultan Selim’le anlaşma sonucu elde ettikleri beylik arazileri ve otonom hükümet yetkileri sayesinde olmuştur. Yüzyıllar zarfında bu yetkilerin sınırsız kullanımı Hıristiyan halkların yaşam koşullarını zorlaştırıp dağılmalarını hızlandırır.
Sultan II. Mahmut döneminde merkezî otoriteyi güçlendirmeye dönük müdahalelerle yerel beylerin ve aşiretlerin gücü kırılmak istenmiş olsa da, sonuçta bunu gerçekleştiremeyen düzenlemeler Ermeni köylüsünü bir yandan devletin, diğer yandan da yerel beylerin sömürdüğü daha ağır marabalık koşullarına mahkûm eder. Toprak gaspları, suiistimal ve tecavüzler Vilayet-i Sitte’de Ermeni halkının en büyük şikâyet konuları olup reform talepleri özellikle yerel yönetimlerin eşit paylaştırılması temelinde yükselir. Fakat bu taleplere şiddetle karşı olan Abdülhamit döneminde Müslüman ümmetin üstünlüğü anlayışıyla Kürt feodal beylerinin devlet yanındaki konumunu berkitecek adımlar atılır, Hamidiye Alayları kurulur, böylece Ermeni ve Süryani kırımlarının da zemini hazırlanır.
Dersim Kızılbaş Kürtleri gerek Yavuz Selim, gerekse sonrakiler ve Abdülhamit tarafından müttefik değil hasım olarak görülür ve ezilmeye çalışılır. Ama coğrafi konumunun elvermesiyle güçlü direniş gösteren Dersim aşiretleri bu alanda başına buyruk olmayı sürdürür. Dersim ve yakın çevresinde yaşayan Ermeniler bu durumdan hem olumlu, hem de olumsuz olarak etkilenirler. Olumlu tarafı Kızılbaşların Hıristiyanlara daha dostane bakması ve yer yer kirveliğe varan samimi ilişkilerin olmasıdır. Bu ortam Ermeni zanaatkâr ve tüccarların Dersim’de iş görmelerini kolaylaştırır. Dara düşen Ermenilerin tanıdık aşiret reislerinden destek ve koruma bulmalarına da imkân sağlar. Ama öte yandan Dersimli aşiretlerin yakın kasaba ve köy sakinlerini yağmalama, malını davarını çalma, yol kesip kervan soyma gibi rahatsızlık veren hareketleri de vardır. Dağlık bölgenin çok kıt ekonomik kaynakları, yokluk ve yoksulluk, burada tek sermayesi silahlı güç olan halkı “kola çıkma, kelepir getirme” denilen bir tür talan ekonomisine yöneltmiştir. Bu da olumsuz bir rol oynayacak, yer yer bezginlik sonucu göçlere neden olacaktır.
16. yüzyıl sonları ve 17. yüzyıl başlarında adına “Celali İsyanları” denilen büyük kargaşa ve başıbozuk yağma saldırıları ile Osmanlı devletinin onu bastırma harekâtları Ermeni nüfusun çok yerde azalmasına yol açan önemli bir faktör olmuştur. Gerçekte bu dönem bir toplumsal facia gibi cereyan eden bu kanlı çatışmaların, çok daha önceleri (1519-1528 arası) görülen asıl Celali isyanlarıyla karakter olarak pek benzerliği ve devamlılık anlamında doğrudan bir ilişiği de yoktur. Önceki hareket Osmanlı’nın sonu gelmez askerî seferleri, ağırlaşan vergileri ve dinî baskıları karşısında daha çok Kızılbaş kitlelerin haklı tepkileriyle baş göstermiş ve adını ilk isyan lideri Şeyh Celal’den almıştır. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı sırasında Safevi İran’ına yandaş oldukları için on binlerce Kızılbaşı kılıçtan geçirtmesi nedeniyle Kızılbaşlar doğal olarak muhalif kalır ve direnmeyi sürdürür. Şeyh Celal ve onu takiben Baba Zünnun, Süklün Koca, Kalender, Seydi gibi liderler bu inanç grubuna dayanarak Osmanlı düzenine başkaldırırlar. Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas havalisinde yoğunlaşan bu isyanlar kanla bastırılır. Kızılbaş direnişi daha sonraları korunaklı coğrafyası ile Dersim’de tutunma imkânı bulur. 1596-1610 arasındaki büyük kargaşa ise –yine Celali adıyla anılmasına rağmen– dinsel ve politik olarak belirgin bir karakter taşımadan iktisadi krizin zorlaması sonucu anarşik tarzda yayılan bir hareket olmuştur. Çift bozan levendlerin çeteleşerek köylere, kasabalara saldırdıkları bu süreç başta Hıristiyan halklar olmak üzere yerleşik sivilleri mağdur eder. Hareketin başını çeken birçok lider ve grubun karşılarındaki yeniçeri güçleri gibi yerleşik halka zarar veren çapulcu zalimlere dönüştüğünü gösteren geniş tanıklıklar var. Krikor Daranağtsi (Kemahlı) ve Arakel Tavrijetsi isimli Ermeni kronikerlerin anlattıklarına göre, bu çatışma ortamında her iki taraftan talana uğrayan, kasaba ve köyleri harabeye çevrilen Ermeniler 1600’lerin başında Kemah, Erzincan, Eğin, Divriği yörelerinden İstanbul ve Trakya’ya göç eder. Çiftçi ailelerinin göçü kıtlık ortamını iyice ağırlaştırır. Kuyucu Murad Paşa’nın çok gaddar şekilde bastırdığı olaylar biraz yatışınca, göçenlerin bir kısmı padişahın emriyle yıllar sonra geri yerlerine döndürülür. 1610 yılında rahip Krikor Daranağtsi’nin öncülük ettiği 7 bin göçmen Üsküdar’dan yola çıkar, bunlardan bir kısmı Merzifon ve Niksar çevresine dağılır, Kemahlı olanlar rahiple beraber kendi memleketine geri döner. Fakat huzursuzluk devam edince bazıları tekrar göçer.
Celali kargaşalıklarının etkilediği ve göçe zorladığı nüfusun daha çok Hıristiyanlar olduğunu konuyla ilgilenen Türk tarihçileri de belirtmektedir: “Bulundukları çevreyi bırakıp, sancak sınırlarını aşanlar, yani uzak yerlere göç edenler de az değildi. Kendilerini korumaları daha güç olan Hıristiyanlar arasında görülen göçlerin Müslümanlarınkinden daha yoğun olduğu anlaşılıyor. Bunların çoğunluğu kıyı kasaba ve şehirlerine iniyordu. İstanbul, Hıristiyanların en çok gittikleri yerdi. Anadolu halkını Rumeli’ye, belki buraya olanından daha çok sayıda da Türkiye’nin doğu sınır vilayetlerine göç ettiren nedenler Celali karışıklığından başka, çok ağır olan vergi ve salmalara dayanamamak yanında borç baskısından kurtulmak ve ekip biçme azalması yüzünden çıkan kıtlıkta aç kalmak gibi diğer iki önemli oluntu idi.”
Celali saldırıları bastırılırken bu defa yeniçeri zulmü çekilmez hal alır. Cimin gibi bazı yörelerin Ermenileri zorlamalar sonucu ya da güvenlik kaygısıyla Müslümanlığa meyleder ve Türkleşirler. Kevork Halaçyan, bu kapsamda Cimin çevresinden Pışkıtağ, Kalaric ve Kartağ’ın yanı sıra, Çardaklı eteklerine kadar uzanan Erzincan ovasından Sıpınkor (Surp Kirkor), Esesi, Sırgatağ (Sırpatağ), Tsormes, Xax, Sılbus (Surp Luys), Hantesi, Til, Vartanşah, Xaşxaşli, Meliktağ, Xorantağ, Veritağ (aver/harabe), Varitağ (aver/harabe), Tılxas, Norkeğ, Köşigner, Mekezinger, Gabrişi, Vasgaril, Hamdesi, Çorxas köylerini saymaktadır. Bunların her birinin anılan tarihten önce komple ya da ağırlıkla Hıristiyan (Ermeni) nüfuslu büyükçe köyler oldukları 1591 tarihli Erzincan kazası tahrir defterlerinde açıkça kayıtlıdır. 19. yüzyıl kaynaklarında ise, bütün bu köyler ve eskiden Ermeni nüfuslu olan daha başka bazıları komple Müslüman olarak görünmektedir. Bu veriler arasındaki çelişkinin din değişimine doğrudan kanıt oluşturmayacağı, söz konusu köylerden Ermenilerin göçüp yerlerini Müslümanların doldurmasının da mümkün olduğu söylenebilir. Fakat yukardaki yer isimlerini sayan yazarlar yörenin sözlü geleneğinden hareket ettikleri gibi, kendi gözlemlerine dayanarak, örneğin Cimin ve çevre köylerinde son zamanlara ulaşan bir kısım soy-sülale isimlerinin (Tatoğlu, Matoğlu, Ohanoğlu, Antigoğlu) Ermenice olduğunu, bazı evlerde şifa bulma amacıyla saklanan eski el yazması İncil ve benzeri bulunduğunu, yarı yıkık kiliselerin murat arayan Türk kadınlarınca ziyaret edildiğini belirtiyorlar. Bununla birlikte Erzincan Ermenileri, ortak bir izlenim olarak, bu çevredeki Türklerin başka yerlerden daha bağnaz Müslüman ve daha aşırı Ermeni düşmanı olduklarına tanıklık ediyor. Bu da şaraptan dönme sirkenin daha keskin olduğuna dair atasözüyle açıklanıyor. Zira zor yoluyla dönmüş olmak daima güvensizlik nedeni olup asıl Müslümanlara kendini kanıtlama ihtiyacıyla onlardan daha fanatik olmayı getiriyor. Nesilden nesile böyle bir ruhi şekillenme, en sonunda kendi aslına mükemmel yabancılaşma ve nefretle karışık inkâra da yol açıyor. Bu yönüyle kıyaslanacak türden olmasa bile Dersim çevresinde din değiştirme olaylarının yaşandığını gösteren başka örnekler de eksik değildir.
Yine Müslümanlığa dönme yoluyla Türkleşmiş olan daha başka belde ve köyler de vardır. Onlara geçmeden, yukardakiyle aynı zaman dilimine denk gelen Xarpert (Harput) şehrinin ani nüfus değişimine dikkat çekelim: “Polonyalı Simeon’un ifadelerine nazaran 17. yüzyılın başlarında Harput şehrinde sadece 100 hane Ermeni olduğu anlaşılmaktadır. Oysa yukarda görüldüğü üzere 1566 tahririnde şehir merkezinde gayrimüslim hane mevcudu 845’tir. Polonyalı Simeon’un kaydını 17. yüzyılın ortalarına ait bir Avârız Defteri de doğrulamaktadır. Bu deftere göre gayrimüslimlerin nüfusu toplam nüfus içerisinde yüzde 25’e düşmüştür…” Bu düşüşün hangi yoldan olduğu belirsiz kalıyor. Ama ister göç, ister ihtida ağırlıklı olsun zaman olarak, yukarda anılan şehir ve kazalar gibi, Celali ve Yeniçeri saldırılarının etkisini akla getiriyor.
Aynı dönem Dersim’de ise bir kısım Ermeni’nin toplu halde Aleviliğe geçtiği rivayet edilir. Der Simon isimli dinî liderin Celali saldırılarından korunmak için burada kendi cemaatini ikna ettiği ve kültürel olarak yakın bulunan Alevi toplumuna gönüllü adapte oldukları şeklindeki bu söylencenin gerçeklik derecesi ve boyutları belirsizdir. Der Simon’un kendisinin pir sıfatı alarak cemaatiyle beraber Kureşanlara dahil olduğu dışında pek bir ayrıntı geçmiyor. Bu söylenceyi aktaran Kevork Halaçyan, Dersimli bazı seyidlerle söyleşilerinden ve onların kendi dedelerine dair zikrettikleri isimlerden hareketle Ağucan ocağına karışmış Ermenilerden de söz etmektedir. Yine değişik Ermenice kaynaklarda, Dersimli aşiretlerden Mamekan’ın Mamigonyan, Demenan’ın Der Manvelyan, Kevan’ın Kevork oğulları, Karikan’ın Karekin oğullarına işaret olduğu belirtilmektedir. Bunlardan başka halk arasında dile getirilen kanaatlerle kökeni Ermeni sayılan aşiretler vardır, ancak bu kanaatlerin çıkış noktaları belirsiz kaldığı sürece kesin yargılarla konuşulması yanlış olur. Bunun yerine genel bir bakışla, bir zamanlar çoğunluk oluşturan Ermeni nüfusunun Dersim içlerinde son derece azalmasının bütünüyle göçlere değil, aynı zamanda kimlik dönüşümlerine bağlı bir durum olması gerektiğini söylemek, bilinemeyen boyutları hakkında iddialı yorumlardan kaçınmak yerinde olur.
18. yüzyıl sonlarında Barasor talanı diye anılan saldırılar sonucu Eğin ve Çemişgezek yörelerinden yoğun bir göçün de İstanbul-Adapazarı istikametine yaşandığı anlatılıyor. Yine bu taraflardaki Türklerin bir kısmının da (Eğin’in Surp Toros, Çemişgezek’in Ulukale nahiyeleri ve köyleri) Ermenilikten dönme olduğu sanılıyor. Bu kapsamda isimleri anılan köyler de 16. yüzyıla ait tahrir kayıtlarında komple Ermeni nüfuslu görünmektedir. Üstelik Ulukale o zamanın Dersim’inde en büyük Ermeni yerleşkelerinden biridir (144 hane ve 50 mücerret). Bölgenin değişik köşelerini etkileyen olaylar ve Ermeni halkı için gittikçe ağırlaşan koşullar sonucu irili ufaklı başka göçler de olmuştur. Zira 16. yüzyıl Osmanlı kayıtları Çemişgezek sancağının toplam 448 köyünden 196’sında gayrimüslimlerin yaşadığını belgelemektedir. Bunlar genelde diğerlerinden daha büyük köylerdir. Aynı alanda 19. yüzyıla intikal eden Ermeni köylerinin sayısı ise 100’ü geçmiyor. Köy sayısında yarı yarıya azalma olurken, nüfusun genel nüfusa oranındaki azalma daha büyüktür. Çünkü örneğin, 1566’da 129 hane ve 43 mücerret Ermeni nüfusun ikamet ettiği Ergan köyünde 1915’e doğru yalnız 10 hane Ermeni kalmıştır. Sonradan gelen bazı aşiretlerin de Dersim’de artık zayıflayan Ermeni köylüleri taciz ve topraklarını gasp ederek göçe zorladıklarına dair anlatımlar vardır. Çemişgezek-Hozat arasında Akirek, Xardişar gibi tarihî manastırlara ait arazilerin ve onlara yakın Ermeni köylerinin son yüzyıllar zarfında Ferhatanlı ağalar tarafından ele geçirilmesi ve köy sakinlerinin şehre göç etmek zorunda kalması buna verilen bir örnektir. Dersim içlerindeki silahlı güçleri ve direnişçi geleneklerine rağmen Mirakyan Ermeni aşireti de bir yerde ata topraklarını terk etmeye zorlanır, dağlık iç Dersim’den Çarsancak düzlerine doğru dağılırlar. Bunu biraz ilerde göreceğiz.
1915 öncesi Ermeni nüfus, kültür hazinesi ve eskiye tanıklık eden
yer isimleri
19. yüzyılın sonlarına doğru Dersim’in kasaba ve köylerinde yaşayan Ermenilerin nüfusları, kiliseleri, okulları vb. hakkında bilgiler Palu-Harput 1878 isimli eserde, özellikle Karekin Sırvantsdyants’ın yerinde oluşturduğu raporlarla mevcuttur. O tarihten 1915’e gelinceye kadar yaşanan 1895 talan ve kırımları, bunun etkisiyle artan göçler, ayrıca Amerika’ya gurbetçi gidenler nedeniyle nüfus biraz daha azalmış olabilir.
Son dönemde İstanbul Ermeni Patrikliğince yapılan sayıma göre, Dersim Sancağı’nda Ermeni Apostolik Kilisesine bağlı 16.657 kişi vardı. Yaşadıkları yerler Çemişgezek şehri ve 30 köyüyle birlikte Peri, Mazgirt, Pertek, Hozat, Pah, Kızılkilise, Pılur merkezleri ve bunlara bağlı 70 köydü. Yani bugünkü Tunceli il sınırları dahilindeki toplam 100 köyde Kürtlerle karışık yaşayan Ermeniler vardı. Bugünkü Pülümür’ün doğu bölümünü de kapsayan eski Kiğı ve Oxu’yu Dersim’e dahil olarak düşünürsek, en az 150 köyden bahsetmemiz gerekir.
Kalıntıları ve izleri her tarafta mevcut olan tarihî eserler bölgenin geçmişindeki Ermeni varlığının yoğunluğuna tanıklık etmektedir. Kırık bir “Xaçkar” (haç şeklinde işlenmiş ve oyma sanatıyla süslenmiş taş), parçalanmış bir anıtmezar, kutsal işaretlere sahip yıkık bir duvar, yer yer silinmiş Ermenice yazılar şurda burda hâlâ kendini göstermekte ve o gizemli geçmişin şifrelerini vermektedir. Bu kalıntılar sayesinde son yüzyıllarda artık Ermeni nüfusuna rastlanılmayan kimi dağlık bölümlerde bile bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı ayan beyan bellidir. Yüzyılların aşındırıcı etkisine dayanan eski taş yapılı kilise ve manastırların bir kısmı en son yıkımlara kadar ayakta kalmış, ama bugünlere ulaşan yalnız kalıntıları olmuştur. Kiminde ise tahribat artık izlerinin bile ayırt edilemeyeceği kadar korkunçtur. Ama en kötü şekilde izleri silinmiş olanların bile isimleri ve az çok kayıtlı tarihsel hatıraları kalmıştır geriye. Bunu sağlayan temel kaynak ise bizzat o manastırlarda yazılmış eski el yazması eserler ve içlerindeki hatıra notlarıdır. Dersim’in dağlık bölgesindeki manastırların her birinde onlarca el yazması eserler meydana getirilmiştir.
Manastıra Ermenice “vank” denir. Dersim’de sonu “vank” ile biten birçok köy ve yer ismi vardır. Kimi yerler de yalnızca “vank” ya da “venk” diye anılır. Bunlar oralarda kurulmuş, yüzyıllarca hizmet vermiş ve kalıntıları çoğunlukla ziyaret yerine dönüşmüş olan Ermeni manastırlarının isimleridir. Gerek manastır, gerekse kiliseler adına atfedildikleri Hıristiyan azizlerinin isimleriyle vaftiz edilmiştir. Aziz’in Ermenicesi de “Surp” olduğundan, büyük çoğunluğu Surp’la başlayan isimler taşır. Resmî planda bütün yer isimleri değiştirilip Türkçeleştirilmiş olsa da eski isimler halkın dilinde küçük ses değişimleriyle yaşamaya devam etmektedir.
Dersim ve dolaylarında görülen Surbahan, Sorpiyan gibi köy isimleri aslında Surp Ohan’dır. Siptoros’un aslı Surp Toros, Sipserkis’in aslı Surp Sarkis, Sırpığı’nın aslı Surp Yeğya, Sülbüs dağının aslı Surp Luys, Sıpikor dağının aslı Surp Kirkor, Sürgüç ve Süpürgeç Baba’nınki Surp Pırgiç’tir.
1915’lere kadar dağlık Dersim’de varlığını sürdüren ve hizmet verebilen yegâne eski manastır Halvori köyü yakınlarındaki tarihî Surp Garabed Vankı (Aziz Garabed Manastırı) olmuştur. Dersimli Alevi Kürtlerin de “Ocağe İmam Hüseyine” diye kutsal saydıkları ve korudukları Surp Garabed Vankı 1938’e kadar ayakta kalmıştır. Vank’ın kuruluş tarihi bilinmemekte, ancak çok eski tarzına bakılarak Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Hozat’ın güneyinde Kırmızı Dağ’ın eteğindeki Ergan köyünün Surp Harutyun Vankı eski tarihî manastırlar içinde yarı yıkık varlığını halen sürdürebilen tek örnektir. Dersim’in en güzel taş yapısı olarak ünlenmiş olan bu vankın 975 yılında inşa edildiği bilinmektedir. Çemişgezek’e bağlı Akirek köyünün kuzeyinde Ali Boğazı’na nazır bir tepenin yamacında kurulu Garmırak Surp Nışan ve Çemişgezek-Hozat sınırındaki Xardişar Vankı da uzun tarihî geçmişi olan, çok sayıda din adamlarını barındıran, onlarca el yazması eser veren manastırlardır. Bunlar gibi Dersim’in her tarafında yıkıntı olarak varlığı tespit edilen onlarca manastır isimleriyle kayda geçmiştir.
Çemişgezek, Mazgirt, Peri, Pertek başta olmak üzere, Hozat, Kızılkilise, Pülümür, Ovacık dahil birçok yörede 20. yüzyıl başlarına kadar Ermeni nüfusunun bulunduğu köylerin çoğunda hizmet vermeyi sürdüren kiliseler de olmuştur. Dersim genelinde ayakta ve yıkık olarak dökümü yapılan manastır ve kiliselerin sayısı 140 civarındadır. Tunceli il sınırlarını aşan komşu yöreler bu hesabın dışındadır. Belirtmek gerekir ki, Erzincan, Kemah, Tercan, Kiğı ve Palu tarafları Hıristiyanlığın ilk yıllarında kurulan en eski manastırlara ev sahipliği yapmaktadır.
Son dönemlerde Ermeni nüfusun görülmediği pek çok köy ve mezra vardır ki, isimleri açıkça anlaşılır şekilde Ermenicedir. Manastırlar, kiliseler ve köyler hakkında bilgiler gibi, köy isimleri üzerine ayrıntılı çalışmayı da başka kitaba bırakarak, burada sadece yaygın rastlanan ve Dersim için biraz da karakteristik olan isimlerden örnekler vereceğim.
Milattan önceki yüzyıllardan beri varlığı bilinen bir kısım köy ya da küçük kasaba isimleri “-aric” son ekiyle bitmektedir. Örneğin Pakaric, Pıtaric, Kalaric, Tavtaric, Vartanaric, Lusadaric, Kodaric, Havtaric, Çinaric, Zartaric gibi… Dilbilimcilerin orijini hakkında tespit yapamadıkları bu son ek, eski bir kavmin artık konuşulmayan dilinde yerleşim anlamına gelmiş olmalıdır. Fakat birçok örnekte ismin ilk bileşeni Ermenice anlam vermektedir. O nedenle bunları Ermenicenin evrim sürecinde rol oynamış kavimlerin mirası olarak görmek mümkündür.
Yine Dersim ve yakın çevresinde bir özel şahıs ismiyle başlayıp “-ga” ile sonlanan isimler tipiktir. Bu son ek Ermenicede “var” anlamına gelir ve birleştiği ismin oradaki mevcudiyetini ifade eder. Muhtemelen kurucu kişilere atfen verilmiş isimlerdir: Muşeğga, Ardıga, Setırga, Amudga, Hezırga, Aşodga, Penga, Abga, Ambırga, vb…
Dersim çevresinde çok yaygın olan “-ekrek” ya da “-kirek”li isimler, Ermenice “mülk toprak, çiftlik” anlamındaki “akarag”dan gelmektedir. Bu ismin dilden dile dönüşümü şu seyri izler: Akarag>Akrag>Akrak>Ekrek/Akirek>-kirek. Yalnız başına Ekrek ya da Akirek ismini taşıyan köyler olduğu gibi, bileşik isim oluşturanların sayısı bir hayli fazladır: Taçkirek, Zankirek, Xaçkirek, Mamkirek, Aşkirek, Müşkirek, Malmekrek, İrisekrek/Yeretsakrak, vb…
Yaygın olan başka bileşik isimler: Dere anlamında “-tsor” ile sonlanan; Baratsor, Karatsor, Tağatsor, Ağpatsor, Markatsor, Tarpatsor, Samatsor, Askatsor, İktsor, Tsıntsor, Komtsor, vb…
Akarsu anlamında “-çur” ile sonlanan; Havaçur, Mağaçur, Çaxçur vb…
Köy anlamında “-keğ” ile sonlanan; Norkeğ, Otskeğ, Xaskeğ, Hromkeğ, Xozınkeğ, Medzınkeğ, vb…
Bunlardan başka, kasaba anlamında “-avan”, şehir anlamında “-gerd”, yapı-yerleşim anlamında “-şen”, kale anlamında “-pert”, mahalle anlamında “-tağ”, mezra anlamında “-mazra”, ev anlamında “-dun”, ağıl ya da tek ev anlamında “-kom”, çeşme anlamında “-ağpür”, vadi anlamında “-hovid”, dağ anlamında “-sar”, taş anlamında “-kar” yine sıklıkla karşılaşılan bileşik isimlerin sonundaki Ermenice sözcüklerdir.
Yaygın örneği olan ön sıfatlar ya da bileşik isimlerin ilk bileşenleri olarak; büyük anlamında “medz”, yeni anlamında “nor”, derin anlamında “xor”, yukarı anlamında “verin”, aşağı anlamında “varin/nerkin”, orta anlamında “miçin”, kırmızı anlamında “garmir”, kara anlamında “sev”, ak anlamında “cermag” vb. sayılabir.
En sık rastlanan köy isimlerinden bir kısmı da meyve ağacı, çiçek, bitki örtüsü gibi botanik türlerle ilgili isimlerdir. Örneğin; Xıntsorig (elma ağacı), Dantsig (armut ağacı), Sergevilig (ayva ağacı), Vartenig (gül fidanı), Tıtenig (dut ağacı), Pardi (kavak), Urig (söğüt), Gağnud (meşelik), Nışud (bademlik), Merxo (yağlı odun, çıra), Harsi (gelincik çiçeği, haşhaş), Morenig (böğürtlen), Inguzig (ceviz), Sığank (zeravent, loğusa otu), Dzağge (çiçekli) gibi… Bunlardan bazılarına Dersim’in beş, altı ayrı yöresinde rastlanır.
Hayvanlar âleminden xoz (domuz), ots (yılan), paze (şahin), ağves (tilki), meğu (arı), mırçün (karınca) gibi örnekler vardır ki, daha çok bileşik isimler içinde geçer.
Çok sık aynısına rastlanan bazıları da yerin coğrafi ve doğal özelliğiyle ilgili şu isimlerdir: Taşt/Deşt (düz alan), Dzımag/Zımek (gölgelik yamaç), Brasdig (kenar yerleşim), Hopig (su bendi, havuz), Ergan (uzun), Pertag (kalecik), Pılur (tepe), Ağdad (sisli, puslu), Karpank (taş yığını), Averag (yıkıntı, harabe), Agın/Agnig (pınar, kaynak), Çermug (kaplıca), Pağnik (hamam), Hoğud (topraklı), Bardizag (bahçecik), Tavug (sık ağaçlık, koruluk). Bunların bir kısmı Ermeniceye Pehleviceden girmiş olduğu için Kürtçe ve Zazaca karşılıkları da benzer anlamlar taşımaktadır.
Bu yaygın örnekler yanında ufak ses farklılıklarıyla sözlük anlamı Ermenice yorumlanabilen pek çok yer ismi daha vardır. Dersim’i çevreleyen yörelerdeki eski köy isimleri içinde de Ermenice olanlar yoğundur. Mamik, Vasag, Muşeğ, Ardag, Vahan, Aşot, Vartan, Boğos, Giragos, Suren, Toros, Ohanis, Xaçadur, Tavit, Asadur, Xaçig, Nareg gibi bir kısmı Pehlevice orijinli de olsa Ermeniceye yerleşmiş şahıs isimlerinden gelen, kimisi tarihsel figürlerden kalan, kimi yalın kimi bileşik şekilde kullanılan birçok köy, mezra ya da kom ismi anılabilir.
Aidiyet belirten “-yan”, “-an”, “-kan” son eklerini taşıyan isimler de çok yaygındır. Bunların büyük bölümü Zazaca ve Kürtçe aşiret, sülale isimleriyle çakışmaktadır. Bazı durumda aşiretler yerleştikleri alana veya köye kendi isimlerini vermiş, bazısında ise ortaya çıkan yeni aşiret kolları yaşadıkları köyün ismini almışlardır. Bunlar içinde bile orijini Ermenice olanlar vardır. Şüphesiz Kürtçe, Zazaca, Türkçe sözlük anlamı olan basit ve bileşik isimler de az değildir. Ancak ne kadarının otantik kaynakla örtüştüğü ayrı bir sorundur. Zira bunlardan bazıları da aslen Ermenice iken ufak ses değişimleriyle kendi dillerinde anlam veren bir sözcüğe dönüştürülerek adapte edilmişlerdir. Örneğin Ermenice dere anlamında “-tsor”lu olan köy isimleri, bu komşu halklar tarafından genel olarak “-sor”lu telafuz edilir ve Kürtçe kırmızı diye yorumlanır. Oysa birçoğunun isim kaynağı o mevkiden geçen ve aynı isim taşıyan deredir. Öte yandan bu tür durumlar, yakın tarihlerle sınırlı değilse eğer, Ermenice anlam veren bazı isimlerin de farklı orijinlerden devşirilmiş olma ihtimalini dışlamaz. Bu bir yana, günümüze ulaşan biçimleriyle eski İrani, Yunanca ve Semitik dillerden tek tük örnekler de gösterilebilir. Dahası eski kavimlerin ölü dillerinden olduğu sanılan, kaynağı ve anlamı bilinemeyen isimler de mevcuttur. Bazıları ise yaşayan dillerden birkaçı ile değişik yorumlara tabi tutulabilir ve mantıken tartışma götürür durumdadır. Ancak görece net olanlar üzerinden konuşmak gerekirse, Ermenice isimlerin bu çevrede ilk sırayı aldıklarını söylemek rahatlıkla mümkündür.
Yakın zamanlarda hiç Ermeni yaşamadığı halde ismi şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta Ermenice olan köyler, çoğu durumda buna ilaveten yıkık kilise, manastır, mezarlık gibi kalıntılarıyla da eski kimliklerini belli etmektedir.
Bu yazı yorumlara kapalı, ama trackback'ler ve pingback'ler açık.